10 Şubat 2014 Pazartesi

GÜLE GÜLE FİKRET ORMAN



Beşiktaş, biliyorsunuz büyük bir kulüp olduğu kadar ikinci yüz yılının ikinci çeyreğine doğru ilerleyen ve dünyaca bilinen saygıdeğer bir kulüptür. Bu tartışılamaz bile. Eğer tartışılıyorsa bir gariplik vardır ve bu garipliğin nedeni balçıkla sıvansa bile altından kusar. 

Böyle bir tartışmaya neden olmaktan dolayı medenice istifa müessesesini kullanacaklarına sıvama işlerine girişenlere Beşiktaşlıların diyeceği tek bir şey vardır: GÜLE GÜLE

Gelen gideni arattı

2000 yılında Seba’yı -desteklediği adayın şahsında- devirerek iş başına gelen yönetimdeki insanlar eğer biraz beyin taşısalardı (Mete Düren, İbrahim Altınsay vb paralarının gücüyle kendi reklamını yapmak, kendini tatmin etmek, çıkar sağlamak amacıyla değil, gerçekten Beşiktaş’lı oldukları ve tek amaçları Beşiktaş’ın başarısı olduğu için orada olan insanları ayırıyorum) futbolu profesyonellere teslim ederek bir devrim yapmak yerine  ‘hemen başarı’ amaçlı, panikle yapılmış yanlış transferlerle Beşiktaş’ın milyon dolarlarını 10’ar 10’ar aptalca çöpe atmasalardı ve daha sonra aynı yönetimden ve aynı kafada biri, olanlarda –bütün gelirlere temlik konulması, hisse satışlarına neden olmak vs- hiçbir suçu yokmuş gibi utanmadan başkan olmasaydı, hadi oldu diyelim aynı yanlışları sürdürmese ve göz göre göre, aptalca, çok daha beter yanlışlar yapmasaydı bugün hala kurtulunamayan, basında denk geldiğim çok güzel bir ifadeyle “orta ölçekli bir holdingi bile korkutabilecek” borç batağı yerine müzede birkaç Avrupa kupası olabilirdi.

Her kulüp yaşayabilir

Bu tür durumları Avrupa’nın bir çok büyük kulübünün yaşaması, bedelini de bir süre alt liglerde yer alarak ödemiş olması bile taraftarlarca çok sorun edilmeyebilir. Çünkü ekonomik ve sportif başarılara kısa sürede tekrar ulaşmak büyük kulüpler için hiç problem değildir. Bunun için sahip oldukları potansiyeli tekrar, doğru ve yerinde kullanmaya başlamaları yeterlidir.

Oh kurtulduk! Artık Türk futbolu düşünsün :) derken

Potansiyel yönetimini beceremeyenler bir kez daha gitti/kaçtı. Hem de 12 Eylül’den sonra  –artık pisliğin, kirli işlerin yaygın ve sürekli olduğu, kurumlaştığı özellikle de 1984’ten bu güne belki de sadece bir elin parmakları kadar sezonun meşru sayılıp tescil edilebileceği en üst ligimizde- neler dönmeye başladığını uluslar arası bahis mafyalarının bile çözemediği Türk Futbolunun başına. Yakışır…   

Winston Churchill  söylemleriyle -yani kısa sürede başarı vaat etmeden- hatta kötü günlerin ancak birkaç yılda geride bırakılabileceğini söyleyerek iş başına gelen yeni yönetim, zaten kimse onlardan kısa sürede büyük başarılar beklemiyorken yöneticiliklerinin baharında futbol takımının Olcay, Oğuzhan vb ucuz transferlerin pahalı performans göstermesi ile havaya girdi ve sezon başında da, ara transferde de kulübü ekonomik olarak çok fazla zorlamayacak ama fiyat/performans oranı yüksek oyuncular kazandırarak vites büyüttü. Görece de olsa sportif ve ekonomik başarı söz konusuysa Sezar’ın hakkını vermek lazım tabii.
                                                                                                 
Ama “büyüklük” tartışılırsa….

Buraya kadar iyi. Ama seçilirken bir söylemleri daha vardı: "hesap sormak".  Haydi "Paraların çar-çur edilmesi eski başkan ve yöneticilerin zekalarının kıtlığından ve beceriksizliklerinden kaynaklandı. Ne yapalım olan olmuş ama iyi niyetten şüphe yok" diyelim. Bu arada da zeka kıtlığı ve beceriksizlik için “bu adamların hepsi işadamları, kendi işlerini nasıl yürütüyorlar peki” diyenler varsa Mehmet Topuz olayını hatırlasın. Deveden büyük fil yoksa işlerini ‘etik’ bir şekilde yürütüyorlar demek ki. Varsa neler olduğunu da iş çevreleri bilir sanırım. 

Hadi ekonomi ile ilgili olarak iyi niyetten! dolayı hesap sormadılar. Peki “Beşiktaş’ın şike yaptığı kesindir ama savunması usule uygun alınmadığından….  şeklinde bir mahkeme kararı sonrası deve kuşu rolüne soyunmak neyin nesidir. Sivas yenilgisi sonrası çok iyi bildiği işlerden canı yanan ve o kızgınlıkla maç/hakem yorumundan sonra hızını alamayarak “Biz şike yapmadık diye bas bas bağırıyoruz, Beşiktaş çıkıp da en ufak bir şey söylemiyor” diyen Aziz Yıldırım’a, “Onların dosyaları ayrı, bizim o kadar tapemiz yok, biz konu mankeniyiz, o yüzden konuşmuyorum” demekle mahkeme dosyasındaki “Beşiktaş’ın şike yaptığı kesindir ama savunması usule uygun alınmadığından….” cümlesi kalkıyor mu acaba? Bu dosyada ismi geçenlerle ilgili de mi hesap sorulmayacak? Eğer sorulmayacaksa sormayanlardan hesap sorulacağına kimsenin şüphesi olmasın. Büyük kulüp potansiyelinde bu da vardır. Taraftarın Tayfur Havutçu ve Serdal Adalı yargılanırkenki tavrını herkes hatırlar. Henüz çok yeni çünkü. “Aklanırlarsa gelsinler, suçlularsa cezalarını çeksinler” şeklindeydi anketler. Şu anda da kulübün bu gerçek sahiplerinin Beşiktaş yönetiminden, şike davasının; sonucunda aklanma veya küme düşürülme sonuçlarından hangisi çıkacaksa çıksın kurcalanmasını ve olaylar tazeyken gerçeklerin ortaya çıkarılmasını istediklerinden kimsenin şüphesi olmasın. 

Aksi durumda mahkeme tutanaklarındaki o cümle on yıllar geçse de unutulmayacağı gibi tarih içerisinde                   hesap sorulacaklar= hesap sorulacaklar+hesap sormayanlar formülünden de kimse kurtulamayacaktır.

Yine daha birkaç gün önce Önder Özen’in basında yer alan “hakemler oyuncularımıza saygısız davranıyorlar/saygı göstermiyorlar” itirafını; 'tesadüf ', 'acaba' vs Polyanna mantığıyla iyiye yorumlamaya çalışırken, buna karşılık Galatasaray ve Fenerbahçe'ye karşı hele de iddialı oldukları dönemlerde hata yapan ve 1001 tehditle hakemliği bırakan, yıllarca bu kulüplerin maçlarına verilmeyen veya uzun süre maç verilmemek suretiyle cezalandırılan hakemleri hatırlayalım. 

Spor programlarında bazı kulüpler hakkında olumsuz konuşan eski futbolcu veya eski hakemlerin sokak ortasında vurularak diğer yorumculara ve faal hakemlere nasıl göz dağı verildiğini de konumuzla ilgili olmasından dolayı bir köşeye yazalım.

Aziz Yıldırım’ın tokat gibi sözleri de derin uykuda olan bazılarını yine uyandıramadıysa…

Bir bu kalmıştı

Her şeyden önce “Beşiktaş başkanı at hırsızı gibi” lafını sahibine yediremeyen tam tersine afiyetle yiyen bu Beşiktaş başkanı (Kızıl'ın "bir de at hırsızı gibi fotoğraf çektiriyorlar" diye kastettiği fotoğrafta Cenk ile birlikte yer alan şahıs Fikret Orman'dı) ve yönetimine kim saygı duyacaktır? Bu başkan ve yönetim ne yüzle kimden neyin hesabını soracaktır? Kulübe, yöneticilere ve oyunculara saygı gösterilmesini nasıl sağlayacaktır? 

Düşünün ki Ali Şen karakterindeki biri bile katıldığı bir tv programına telefonla bağlanan -malum- kişinin kendisiyle ilgili suçlamalarını inkar edemediği ve ben öyle bir şey yapmadım diyemediği o an Fenerbahçe'yi düşünmüş, sadece adam konuştukça kıpkırmızı bir yüzle ve belirli aralıklarla bir kaç kez papağan gibi "kimse Fenerbahçe başkanına hırsız diyemez" diye bağırmıştı.

Yine Sezar’ın hakkını veriyoruz

Süleyman Seba’nın, işletme yönetiminden bihaber olması kadar doğal bir şey yoktu. Tabii ki kulübü büyütmek için özellikle Gordon Milne döneminde -Ferdinand gibi- sadece iki iyi yabancı için paraya kıyarak hem o takımı her yıl Avrupa’da finale oynayacak bir duruma getirmeyi, hem de o zamanki bonservis uygulamalarına göre Ajax, Porto örnekleri gibi iyi liglerin  dev kulüplerine futbolcu ihraç eden bir hale getirerek para kazanmayı aklının ucundan bile geçirmeyecek ve özellikle topla oynama yeteneği daha fazla olan/mevkisinden dolayı daha fazla topla oynayan öncelikle Mehmet, Feyyaz, Metin, Ali ve diğerleri gibi belki de yukarıda belirttiğim pisliklere kin kusarcasına uçan tekmeye ayağını/kafasını uzatan çocukların Avrupa’da sükse yapmasını önleyerek onlara büyük bir haksızlık yapacaktı. Bundan dolayı o dönem ben de “Ahmet Dursun, Seba gitsin” tezahüratı kulağına hoş gelenlerdendim.

Buna karşılık; kirasını ödeyemeyen kulübü ev sahibi yaptı. “Artık 3. Lig kulüplerinin çim sahası varken Beşiktaş hala kumda oynuyor” sözünü tarihe gömdü. Gökdelen veya Fulya tesisleri için “tapusunu ben aldım”, “ben olmasam Fulya giderdi”, “şu tesisi ben yaptırdım ben olmasam yapamazlardı” vs demedi. Sadece çalıştı, çalıştı, çalıştı.

Gençlerbirliği’nden, daha sonra Real Madrid’e giden Geremi örneğinde; sözleşmesinde iki milyon dolara serbest kalır maddesi varken, oyuncu ile görüşülmüş ve anlaşılmışken, yöneticilere "hayır, Cavcav’a sorun kaç para istiyormuş" diyen bir başkandı.

Çok şey yapabilecek kişisel gücü varken, çok şey yapabilecek bir potansiyeli yönetirken, O hiçbir pisliğe bulaşmadı ve Fenerbahçe bir sezonda 300-400 gol atabilecekken 103 golü yeterli gördüğünde veya Galatasaray tek maçta 300 - 400 gol atabilecekken sekiz golü yeterli gördüğünde, Beşiktaş tribünleri “Seba başkan cim bom şampiyon” tezahüratlarıyla inlerken tam bir ‘eski İstanbul beyefendisi’ olarak sadece “spor esprisi içinde şampiyon Beşiktaş’tır” demekle yetindi. Bu sözü ve Beşiktaş’ın “şerefli ikincilikleri” ile bizzat kendi taraftarınca bile yıllarca dalga geçildi. 

Ama Beşiktaş’ın ayak ile futbol oynadığı maçlarda rakiplerinin el ile voleybol, basketbol oynamalarına izin veren, veya rakibe faul çalsa pozisyon gereği kırmızı kart göstermesi gerekeceğinden faulü görmezlikten gelmek zorunda kalan hakemler bile bir Beşiktaşlı futbolcuya, hocaya, yöneticiye saygısızlık yapamadı. Her Beşiktaşlı, her şampiyonlukta rakip taraftarların "şöyle oldu da", "böyle yaptınız da" suçlamalarıyla karşılaşmadan, göğsünü gere gere sokağa çıktı, kutlamasını yaptı, bayrağını gururla astı.

En önemlisi de yukarıdaki nedenlerden dolayı hiçbir kulüp başkanı veya yöneticisi Beşiktaş başkanına “at hırsızı gibi” diyemedi.

Şimdi süper ligden amatör liglere kadar Türk futbolunun içinde bulunduğu duruma bakın, UEFA’nın tüm takımlarımıza   5 yıl Avrupa kupalarından men cezası verip vermeyeceği üzerine bahse girin, ceza vermese bile tüm dünyaya yeteri kadar rezil olup olmadığımızın hesabını yapın, bu kadar ciddi bir olayı komediye çeviren, takımlarını düşürdükleri durumdan dolayı kamera görünce saklanması gereken bazı yöneticilerin ezeli rakipleriyle dalga geçtiklerini sanarak utanmadan kameraya sırıtırken “biz bu sene bir şey yapmadık ki, zaten küme düşmeye oynuyorduk, isterseniz bütün maçlarımızı inceleyin“  diyebilenlerden köy mü olur kasaba mı tartışın ve bir de Süleyman Seba zihniyetini düşünün. Bunu bir kez değil her akşam yatmadan yapın.

Sağlıklı ve uzun bir ömür Süleyman Seba,
Güle güle Fikret Orman