Beşiktaş, biliyorsunuz büyük bir kulüp olduğu kadar ikinci yüz yılının ikinci çeyreğine doğru ilerleyen ve dünyaca bilinen saygıdeğer bir kulüptür. Bu tartışılamaz bile. Eğer tartışılıyorsa bir gariplik vardır ve bu garipliğin nedeni balçıkla sıvansa bile altından kusar.
Böyle bir tartışmaya neden olmaktan dolayı medenice istifa müessesesini kullanacaklarına sıvama işlerine girişenlere Beşiktaşlıların diyeceği tek bir şey vardır: GÜLE GÜLE
Gelen gideni arattı
2000 yılında Seba’yı
-desteklediği adayın şahsında- devirerek iş başına gelen yönetimdeki insanlar
eğer biraz beyin taşısalardı (Mete Düren, İbrahim Altınsay vb paralarının
gücüyle kendi reklamını yapmak, kendini tatmin etmek, çıkar sağlamak amacıyla
değil, gerçekten Beşiktaş’lı oldukları ve tek amaçları Beşiktaş’ın başarısı
olduğu için orada olan insanları ayırıyorum) futbolu profesyonellere teslim
ederek bir devrim yapmak yerine ‘hemen
başarı’ amaçlı, panikle yapılmış yanlış transferlerle Beşiktaş’ın milyon dolarlarını
10’ar 10’ar aptalca çöpe atmasalardı ve daha sonra aynı yönetimden ve aynı
kafada biri, olanlarda –bütün gelirlere temlik konulması, hisse satışlarına
neden olmak vs- hiçbir suçu yokmuş gibi utanmadan başkan olmasaydı, hadi oldu
diyelim aynı yanlışları sürdürmese ve göz göre göre, aptalca, çok daha beter yanlışlar
yapmasaydı bugün hala kurtulunamayan, basında denk geldiğim çok güzel bir
ifadeyle “orta ölçekli bir holdingi bile korkutabilecek” borç batağı yerine
müzede birkaç Avrupa kupası olabilirdi.
Her kulüp yaşayabilir
Bu tür durumları Avrupa’nın bir çok
büyük kulübünün yaşaması, bedelini de bir süre alt liglerde yer alarak ödemiş
olması bile taraftarlarca çok sorun edilmeyebilir. Çünkü ekonomik ve
sportif başarılara kısa sürede tekrar ulaşmak büyük kulüpler için hiç problem
değildir. Bunun için sahip oldukları potansiyeli tekrar, doğru ve yerinde
kullanmaya başlamaları yeterlidir.
Oh kurtulduk! Artık Türk futbolu düşünsün :) derken
Potansiyel
yönetimini beceremeyenler bir kez daha gitti/kaçtı. Hem de 12 Eylül’den
sonra –artık pisliğin,
kirli işlerin yaygın ve sürekli olduğu, kurumlaştığı özellikle de 1984’ten bu güne belki de
sadece bir elin parmakları kadar sezonun meşru sayılıp tescil edilebileceği en
üst ligimizde- neler dönmeye başladığını uluslar arası bahis mafyalarının bile
çözemediği Türk Futbolunun başına. Yakışır…
Winston Churchill söylemleriyle -yani kısa sürede başarı vaat etmeden- hatta kötü günlerin ancak birkaç yılda geride bırakılabileceğini söyleyerek iş başına gelen yeni yönetim, zaten kimse onlardan kısa sürede büyük başarılar beklemiyorken yöneticiliklerinin baharında futbol takımının Olcay, Oğuzhan vb ucuz transferlerin pahalı performans göstermesi ile havaya girdi ve sezon başında da, ara transferde de kulübü ekonomik olarak çok fazla zorlamayacak ama fiyat/performans oranı yüksek oyuncular kazandırarak vites büyüttü. Görece de olsa sportif ve ekonomik başarı söz konusuysa Sezar’ın hakkını vermek lazım tabii.
Winston Churchill söylemleriyle -yani kısa sürede başarı vaat etmeden- hatta kötü günlerin ancak birkaç yılda geride bırakılabileceğini söyleyerek iş başına gelen yeni yönetim, zaten kimse onlardan kısa sürede büyük başarılar beklemiyorken yöneticiliklerinin baharında futbol takımının Olcay, Oğuzhan vb ucuz transferlerin pahalı performans göstermesi ile havaya girdi ve sezon başında da, ara transferde de kulübü ekonomik olarak çok fazla zorlamayacak ama fiyat/performans oranı yüksek oyuncular kazandırarak vites büyüttü. Görece de olsa sportif ve ekonomik başarı söz konusuysa Sezar’ın hakkını vermek lazım tabii.
Ama “büyüklük” tartışılırsa….
Buraya kadar iyi. Ama
seçilirken bir söylemleri daha vardı: "hesap sormak". Haydi "Paraların çar-çur
edilmesi eski başkan ve yöneticilerin zekalarının kıtlığından ve
beceriksizliklerinden kaynaklandı. Ne yapalım olan olmuş ama iyi niyetten
şüphe yok" diyelim. Bu arada da zeka kıtlığı ve beceriksizlik için “bu adamların
hepsi işadamları, kendi işlerini nasıl yürütüyorlar peki” diyenler varsa Mehmet
Topuz olayını hatırlasın. Deveden büyük fil yoksa işlerini ‘etik’ bir şekilde
yürütüyorlar demek ki. Varsa neler olduğunu da iş çevreleri bilir sanırım.
Hadi ekonomi ile ilgili olarak iyi niyetten! dolayı hesap sormadılar. Peki “Beşiktaş’ın şike yaptığı kesindir ama savunması usule uygun alınmadığından….” şeklinde bir mahkeme kararı sonrası deve kuşu rolüne soyunmak neyin nesidir. Sivas yenilgisi sonrası çok iyi bildiği işlerden canı yanan ve o kızgınlıkla maç/hakem yorumundan sonra hızını alamayarak “Biz şike yapmadık diye bas bas bağırıyoruz, Beşiktaş çıkıp da en ufak bir şey söylemiyor” diyen Aziz Yıldırım’a, “Onların dosyaları ayrı, bizim o kadar tapemiz yok, biz konu mankeniyiz, o yüzden konuşmuyorum” demekle mahkeme dosyasındaki “Beşiktaş’ın şike yaptığı kesindir ama savunması usule uygun alınmadığından….” cümlesi kalkıyor mu acaba? Bu dosyada ismi geçenlerle ilgili de mi hesap sorulmayacak? Eğer sorulmayacaksa sormayanlardan hesap sorulacağına kimsenin şüphesi olmasın. Büyük kulüp potansiyelinde bu da vardır. Taraftarın Tayfur Havutçu ve Serdal Adalı yargılanırkenki tavrını herkes hatırlar. Henüz çok yeni çünkü. “Aklanırlarsa gelsinler, suçlularsa cezalarını çeksinler” şeklindeydi anketler. Şu anda da kulübün bu gerçek sahiplerinin Beşiktaş yönetiminden, şike davasının; sonucunda aklanma veya küme düşürülme sonuçlarından hangisi çıkacaksa çıksın kurcalanmasını ve olaylar tazeyken gerçeklerin ortaya çıkarılmasını istediklerinden kimsenin şüphesi olmasın.
Aksi durumda mahkeme tutanaklarındaki o cümle on yıllar geçse de unutulmayacağı gibi tarih içerisinde hesap sorulacaklar= hesap sorulacaklar+hesap sormayanlar formülünden de kimse kurtulamayacaktır.
Hadi ekonomi ile ilgili olarak iyi niyetten! dolayı hesap sormadılar. Peki “Beşiktaş’ın şike yaptığı kesindir ama savunması usule uygun alınmadığından….” şeklinde bir mahkeme kararı sonrası deve kuşu rolüne soyunmak neyin nesidir. Sivas yenilgisi sonrası çok iyi bildiği işlerden canı yanan ve o kızgınlıkla maç/hakem yorumundan sonra hızını alamayarak “Biz şike yapmadık diye bas bas bağırıyoruz, Beşiktaş çıkıp da en ufak bir şey söylemiyor” diyen Aziz Yıldırım’a, “Onların dosyaları ayrı, bizim o kadar tapemiz yok, biz konu mankeniyiz, o yüzden konuşmuyorum” demekle mahkeme dosyasındaki “Beşiktaş’ın şike yaptığı kesindir ama savunması usule uygun alınmadığından….” cümlesi kalkıyor mu acaba? Bu dosyada ismi geçenlerle ilgili de mi hesap sorulmayacak? Eğer sorulmayacaksa sormayanlardan hesap sorulacağına kimsenin şüphesi olmasın. Büyük kulüp potansiyelinde bu da vardır. Taraftarın Tayfur Havutçu ve Serdal Adalı yargılanırkenki tavrını herkes hatırlar. Henüz çok yeni çünkü. “Aklanırlarsa gelsinler, suçlularsa cezalarını çeksinler” şeklindeydi anketler. Şu anda da kulübün bu gerçek sahiplerinin Beşiktaş yönetiminden, şike davasının; sonucunda aklanma veya küme düşürülme sonuçlarından hangisi çıkacaksa çıksın kurcalanmasını ve olaylar tazeyken gerçeklerin ortaya çıkarılmasını istediklerinden kimsenin şüphesi olmasın.
Aksi durumda mahkeme tutanaklarındaki o cümle on yıllar geçse de unutulmayacağı gibi tarih içerisinde hesap sorulacaklar= hesap sorulacaklar+hesap sormayanlar formülünden de kimse kurtulamayacaktır.
Yine daha birkaç gün önce
Önder Özen’in basında yer alan “hakemler oyuncularımıza saygısız
davranıyorlar/saygı göstermiyorlar” itirafını; 'tesadüf ', 'acaba' vs Polyanna mantığıyla iyiye yorumlamaya
çalışırken, buna karşılık Galatasaray ve Fenerbahçe'ye karşı
hele de iddialı oldukları dönemlerde hata yapan ve 1001 tehditle
hakemliği bırakan, yıllarca bu kulüplerin maçlarına verilmeyen veya uzun süre maç verilmemek suretiyle cezalandırılan hakemleri hatırlayalım.
Spor programlarında bazı kulüpler hakkında olumsuz konuşan eski futbolcu veya eski hakemlerin sokak ortasında vurularak diğer yorumculara ve faal hakemlere nasıl göz dağı verildiğini de konumuzla ilgili olmasından dolayı bir köşeye yazalım.
Spor programlarında bazı kulüpler hakkında olumsuz konuşan eski futbolcu veya eski hakemlerin sokak ortasında vurularak diğer yorumculara ve faal hakemlere nasıl göz dağı verildiğini de konumuzla ilgili olmasından dolayı bir köşeye yazalım.
Aziz Yıldırım’ın tokat gibi
sözleri de derin uykuda olan bazılarını yine uyandıramadıysa…
Bir bu kalmıştı
Her şeyden önce “Beşiktaş
başkanı at hırsızı gibi” lafını sahibine yediremeyen tam tersine afiyetle yiyen
bu Beşiktaş başkanı (Kızıl'ın "bir de at hırsızı gibi fotoğraf çektiriyorlar" diye kastettiği fotoğrafta Cenk ile birlikte yer alan şahıs Fikret Orman'dı) ve yönetimine kim saygı duyacaktır? Bu başkan ve yönetim ne yüzle kimden neyin
hesabını soracaktır? Kulübe, yöneticilere ve oyunculara saygı gösterilmesini nasıl
sağlayacaktır?
Düşünün ki Ali Şen karakterindeki biri bile katıldığı bir tv programına telefonla bağlanan -malum- kişinin kendisiyle ilgili suçlamalarını inkar edemediği ve ben öyle bir şey yapmadım diyemediği o an Fenerbahçe'yi düşünmüş, sadece adam konuştukça kıpkırmızı bir yüzle ve belirli aralıklarla bir kaç kez papağan gibi "kimse Fenerbahçe başkanına hırsız diyemez" diye bağırmıştı.
Düşünün ki Ali Şen karakterindeki biri bile katıldığı bir tv programına telefonla bağlanan -malum- kişinin kendisiyle ilgili suçlamalarını inkar edemediği ve ben öyle bir şey yapmadım diyemediği o an Fenerbahçe'yi düşünmüş, sadece adam konuştukça kıpkırmızı bir yüzle ve belirli aralıklarla bir kaç kez papağan gibi "kimse Fenerbahçe başkanına hırsız diyemez" diye bağırmıştı.
Yine Sezar’ın hakkını veriyoruz
Süleyman Seba’nın, işletme
yönetiminden bihaber olması kadar doğal bir şey yoktu. Tabii ki kulübü büyütmek
için özellikle Gordon Milne döneminde -Ferdinand gibi- sadece iki iyi yabancı
için paraya kıyarak hem o takımı her yıl Avrupa’da finale oynayacak bir duruma
getirmeyi, hem de o zamanki bonservis uygulamalarına göre Ajax, Porto örnekleri
gibi iyi liglerin dev kulüplerine
futbolcu ihraç eden bir hale getirerek para kazanmayı aklının ucundan bile
geçirmeyecek ve özellikle topla oynama yeteneği daha fazla olan/mevkisinden
dolayı daha fazla topla oynayan öncelikle Mehmet, Feyyaz, Metin, Ali ve
diğerleri gibi belki de yukarıda belirttiğim
pisliklere kin kusarcasına uçan tekmeye ayağını/kafasını uzatan
çocukların Avrupa’da sükse yapmasını önleyerek onlara büyük bir haksızlık
yapacaktı. Bundan dolayı o dönem ben de “Ahmet Dursun, Seba gitsin” tezahüratı
kulağına hoş gelenlerdendim.
Buna karşılık; kirasını
ödeyemeyen kulübü ev sahibi yaptı. “Artık 3. Lig kulüplerinin çim sahası varken
Beşiktaş hala kumda oynuyor” sözünü tarihe gömdü. Gökdelen veya Fulya tesisleri için
“tapusunu ben aldım”, “ben olmasam Fulya giderdi”, “şu tesisi ben yaptırdım ben
olmasam yapamazlardı” vs demedi. Sadece çalıştı, çalıştı, çalıştı.
Gençlerbirliği’nden, daha sonra Real Madrid’e giden Geremi örneğinde; sözleşmesinde iki milyon dolara serbest kalır maddesi varken, oyuncu ile görüşülmüş ve anlaşılmışken, yöneticilere "hayır, Cavcav’a sorun kaç para istiyormuş" diyen bir başkandı.
Gençlerbirliği’nden, daha sonra Real Madrid’e giden Geremi örneğinde; sözleşmesinde iki milyon dolara serbest kalır maddesi varken, oyuncu ile görüşülmüş ve anlaşılmışken, yöneticilere "hayır, Cavcav’a sorun kaç para istiyormuş" diyen bir başkandı.
Çok şey yapabilecek
kişisel gücü varken, çok şey yapabilecek bir potansiyeli yönetirken, O hiçbir pisliğe
bulaşmadı ve Fenerbahçe bir sezonda 300-400 gol atabilecekken 103 golü yeterli
gördüğünde veya Galatasaray tek maçta 300 - 400 gol atabilecekken sekiz golü yeterli gördüğünde, Beşiktaş tribünleri “Seba başkan cim bom şampiyon” tezahüratlarıyla
inlerken tam bir ‘eski İstanbul beyefendisi’ olarak sadece “spor esprisi içinde
şampiyon Beşiktaş’tır” demekle yetindi. Bu sözü ve Beşiktaş’ın “şerefli
ikincilikleri” ile bizzat kendi taraftarınca bile yıllarca dalga geçildi.
Ama Beşiktaş’ın ayak ile futbol oynadığı maçlarda rakiplerinin el ile voleybol, basketbol oynamalarına izin veren, veya rakibe faul çalsa pozisyon gereği kırmızı kart göstermesi gerekeceğinden faulü görmezlikten gelmek zorunda kalan hakemler bile bir Beşiktaşlı futbolcuya, hocaya, yöneticiye saygısızlık yapamadı. Her Beşiktaşlı, her şampiyonlukta rakip taraftarların "şöyle oldu da", "böyle yaptınız da" suçlamalarıyla karşılaşmadan, göğsünü gere gere sokağa çıktı, kutlamasını yaptı, bayrağını gururla astı.
En önemlisi de yukarıdaki nedenlerden dolayı hiçbir kulüp başkanı veya yöneticisi Beşiktaş başkanına “at hırsızı gibi” diyemedi.
Ama Beşiktaş’ın ayak ile futbol oynadığı maçlarda rakiplerinin el ile voleybol, basketbol oynamalarına izin veren, veya rakibe faul çalsa pozisyon gereği kırmızı kart göstermesi gerekeceğinden faulü görmezlikten gelmek zorunda kalan hakemler bile bir Beşiktaşlı futbolcuya, hocaya, yöneticiye saygısızlık yapamadı. Her Beşiktaşlı, her şampiyonlukta rakip taraftarların "şöyle oldu da", "böyle yaptınız da" suçlamalarıyla karşılaşmadan, göğsünü gere gere sokağa çıktı, kutlamasını yaptı, bayrağını gururla astı.
En önemlisi de yukarıdaki nedenlerden dolayı hiçbir kulüp başkanı veya yöneticisi Beşiktaş başkanına “at hırsızı gibi” diyemedi.
Şimdi süper ligden amatör
liglere kadar Türk futbolunun içinde bulunduğu duruma bakın, UEFA’nın tüm takımlarımıza 5 yıl Avrupa kupalarından men cezası verip vermeyeceği üzerine bahse girin, ceza vermese bile tüm dünyaya yeteri kadar rezil olup olmadığımızın hesabını yapın, bu kadar ciddi bir olayı komediye
çeviren, takımlarını düşürdükleri durumdan dolayı kamera görünce saklanması
gereken bazı yöneticilerin ezeli rakipleriyle dalga geçtiklerini sanarak
utanmadan kameraya sırıtırken “biz bu sene bir şey yapmadık ki, zaten küme
düşmeye oynuyorduk, isterseniz bütün maçlarımızı inceleyin“ diyebilenlerden köy mü olur kasaba mı
tartışın ve bir de Süleyman Seba zihniyetini düşünün. Bunu bir kez değil her
akşam yatmadan yapın.
Sağlıklı ve uzun bir ömür
Süleyman Seba,
Güle güle Fikret Orman